Pazar, Mart 24, 2024
Ana SayfaFaydalı BilgilerŞeriat Nedir? Şeriat Ne Demek? Şeriat Kuralları, Kanunları Nelerdir? Şeriat ile Yönetilen...

Son Yazılar

Şeriat Nedir? Şeriat Ne Demek? Şeriat Kuralları, Kanunları Nelerdir? Şeriat ile Yönetilen Ülkeler Hangileridir?

Şeriat nedir, şeriat ne demek, şeriat kuralları, kanunları nelerdir, şeriat ile yönetilen ülkeler hangileridir? İşte tüm detaylar yazımızda.

Türk halkının küçük bir kesimi şeriat sözcüğüne ilişkin olumlu duygular besliyor. Bu duygunun en dikkat çekici yansıması da “Şeriatın kestiği parmak acımaz!” sözüdür. Peki şeriat nedir, şeriat ne demek, şeriat kuralları, kanunları nelerdir, şeriat ile yönetilen ülkeler hangileridir? İşte tüm detaylar yazımızda.

Gerçekten şeriat nedir? Şeriat Allah’ın kanunları mıdır?

Önce şeriat ne demek sözlük anlamı nedir bir bakalım.

Arapçada; kanun / yasa, hukuk ve töre gibi anlamları olan bu sözcük, bazen yol, yöntem anlamına da geliyor. Yani Arapçada kanuna / yasaya / hukuka şeriat deniliyor. Bu kanunun yahut hukuk kimin ve nerenin olursa olsun aynı adı alıyor.

Sözgelimi Arapçada Roma Hukuku denilirken aynen şu ifade kullanılıyor: “Şeriat’ur-Ruman

Şeriat ne demek? Anlamı nedir?

şeriat ne demek
Şeriat nedir, ne demek?

İlginç bir bilgi daha verelim; Arapçada orman kanunu denilirken de şeriat sözü kullanılmakta.

İşte Arapça orman kanunu: “Şeriat’ül- Ğâb” / “Şeriat’ül – Ğâbeti

Peki şeriat nedir: Arapçada şeriat sözcüğü ile aynı kökten gelen “Şârî’” sözü de hem kanun koyan hem de ana yol / cadde anlamına geliyor.

Arapçada şeriat doğrudan doğruya Allah’ın kanunu / yasası anlamına gelmez. Her türlü yasaya, kanuna, hukuka şeriat denilir. İşte bu nedenledir ki şeriat denildiğinde Allah’ın kanunu / yasası manasını dayatmak bir Emevi zulmüdür. Emeviler kendi İslam öncesi Bedevi Arap geleneklerini bir kısım İslamî hükümlerle de ambalajlayarak şeriat adı altında Allah’a izafe edip bu kavramı Allah’ın kanunu anlamına gelecek şekilde yozlaştırdılar.

Peki diğer Müslüman ülkelerde şeriat nedir?

Oysa Tunus, Lübnan ve Cezayir gibi laik Arap devletlerinde de kanunlara / hukuka şeriat denilmektedir.

Türkçede kullandığımız meşru sözü de yasaya uygun olan / şeriata aykırı olmayan anlamındadır ki buradaki yasa ve şeriat, görüldüğü üzere dini refere etmeyen laik kanunlar da olabilmektedir.

Gerçeği görmek için şimdi de Kur’an’a bakalım.

Kuran’da Şeriat nedir?

Bazı ayetlerde (Danışma Bölümü / Şura Suresi 13 ve 21. Ayetler) fiil halindeki kullanımları dışında Kur’an’da “şeriat” sözü gibi, aynı anlama gelen “şir’a” sözü de geçiyor.

Nitekim, Sofra Bölümü / Maide Suresi 48. Ayette şir’a sözünün yasa, yol ve yöntem anlamında kullanıldığını görüyoruz. Ama durun bir dakika! Ayette tek bir yasa, yol ve yöntemden bahsedilmiyor. Tam tersine her topluluk / toplum / ümmet için yasa, yol ve yöntemlerin olduğu ifade ediliyor. Yani bu ayetin bize öğrettiği; Allah tarafından bütün toplumları kapsayan tek bir şeriatın mevcut olmadığı, farklı farklı şeriatların sözkonusu olduğudur.

İşte ayetin ilgili bölümü:

“… Sizden her biriniz için bir şeriat / yol ve yöntem koyduk. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı…”

Şeriat sözünün geçtiği bir diğer Kur’an ayeti de Diz Üstü Çökenler Bölümü / Casiye Suresi 18. Ayettir. Ayette şeriat sözcüğü özgün haliyle geçiyor ve Hz. Muhammed’e hitaben şöyle deniliyor:

“Sonra sana da, buyruğumuzla bir şeriat (yol, yöntem, yasa) verdik…”

Burada da İslam dininin temel inanç ve ahlak ilkeleri kastediliyor. Yoksa dinci grupların ileri sürdüğü gibi şeriat sözü burada da, değişmez, evrensel ilahi kanunlar anlamında kullanılmıyor.

Bu manayı kavramak için Sofra Bölümü / Maide Suresi 48. Ayete bir kez daha bakmak yeterli olacaktır. Ayrıca Diz Üstü Çökenler Bölümü / Casiye Suresi 16 ve 17. Ayetlerdeki ifadeler 18. Ayetteki ifadeyle ilahî bir ceza hukukunun kastedilmediğini apaçık bir şekilde göstermektedir. Farklı bakış açılarıyla şeriat nedir konusuna devam edelim…

Nitekim Kur’an, değişmez ilahi ceza hükümleri vaz etmediğini şu ayette ortaya koymaktadır:

“… Her zamanın bir hükmü vardır.”

(Rad Suresi 38. Ayet)

Bu ayetten mülhem olsa gerek Mecelle’nin ana ilkesi olarak ifade edilen şu cümle hukukçularımızın diline pelesenk olmuştur:

“Ezmanın tegayyürü ile ahkamın tegayyürü inkar olunamaz!” / “Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişmesi inkar edilemez!”

Kur’an’da ve bazı hadislerde geçen bir kısım “had ve ta’zir cezalarını” Allah’ın değişmez ve evrensel şeriatı gibi kabul etmek, görüleceği üzere doğrudan doğruya Kur’an’a aykırıdır. Bunun bu şekilde kabul edilmesi aslında Kur’an’a rağmen bir şeriat icat etmektir. Bu icadın mucitleri de Emevi güdümlü bir kısım sözde ulemadır.

Aynı durum kısas, aile hukuku, kölelik – cariyelik hukuku gibi konular için de geçerlidir. Bu gibi konulardaki hükümler tarihseldir. Kur’an’ın tarihsel ayetleri gerçeğine göz kapayamayız. Aksi halde IŞİD tarzı bir sözde ŞERİAT DEVLETİNİ savunmaktan başka bir çaremiz kalmaz. IŞİD’e kızmanın da bir gereği kalmaz. Dahası bu çağda bile köle ve cariye pazarlarını tabii görmemiz gerekir.

Şeriat sözünü İslam Hukuku olarak kullananlar da vardır. İslam Hukuku, denildiğinde tarihsel olarak dört ana Sünni Fıkıh ekolünün görüşleri kastedilmektedir. Ne var ki bu dört ana Sünni Fıkıh ekolü pek çok konuda biribirine zıt görüşlere sahiptirler. Hanefi, Şafii, Malikî ve Hanbeli adıyla anılan bu dört ekolün mevcudiyeti bile şeriatı Allah’ın değişmez ceza kanunu sanan cühelayı gülünçleştirmekte değil midir? (Bu dört ana Sünni ekolün dışında deyim yerindeyse beşinci mezhep olarak bir de Caferi Fıkhı vardır. Lakin Caferi Fıkhı yazımızın kapsamı dışında olduğundan bu noktada detaya yer vermek zait olacaktır. )

Yeri gelmişken hemen belirtelim ki Hanefi Fıkhı, Ebu Hanife’den çok onun öğrencilerinin fıkhıdır. Ebu Hanife’nin meşhur iki öğrencisi hocalarının tersine o günkü siyasi yönetimle iyi ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Mezheplerinin fıkhını da bu temelde oluşturmuşlardır.

Şeriat kavramına ilişkin söylememiz gerek birkaç kelam daha var.

Kuran’da Şeriat nedir?

İslam tarihindeki muhalif hareketlerin bu kavrama hiç de sıcak bakmadıklarını biliyoruz. Özellikle de sufî İslamî akımlar, şeriat sözünü çoğunlukla olumsuz anlamda kullanmışlardır. Zira savunduklar mistik / tasavvufi yorum ve görüşler şeriata aykırılıkla itham edilmiş ve bu sebeple pek çok Müslüman Sufî idam da dahil olmak üzere ağır cezalarla tecziye edilmişlerdir.

Bu noktada büyük Sufî ozan Yunus Emre’nin; “Şeriat oğlanları nice yol keser bana. Hakikat denizinde bahri oldum yüzerim.” sözünü anımsatmak fayda görüyorum.

Şeriat oğlanlarının sicilleri kabarıktır.

Zeydilik akımının kurucusu peygamber torunu İmam Zeyd’i işkence ederek öldürenler onlardır.

Seyyid Nesimî’nin derisini yüzerek katledenler onlardır.

Hallac – ı Mansur’un, “enelhak” çığlığını idam urganıyla boğan onlardır.

Şeyh Bedrettin’in cansız bedenini Serez Çarşısında günlerce asılı urganda bekletenler onlardır.

Pir Sultan Abdal’ı dar ağacına asan onlardır.

Saltanat için kardeş katline fetva veren onlardır.

Daha binlerce, on binlerce örnek var. Ama çok sarsıcı son bir kaç örnekle konumuzu bitirelim:

Kerbela’da peygamber torunu Hz. İmam Hüseyin’in boynunu kesen kılıç, şeriat kılıcıdır. Şimr adlı şeriat oğlanı bir katil tarafından kullanılan o kılıcı, Hüseyin’in boynunda düşünüp de şeriata karşı çıkmamak mümkün müdür? Böylesi bir şeriatı ancak Yezit’in köleleri savunur.

KUBİLAY’IN BAŞINI KESEN KÖR BİR BIÇAKTIR

Bir sabah Kufe sokaklarından bir sokakta, evinin önünde Hz. Ali’nin bedenini yararak ona zehir zerkedip şehadetine yol açan hançer de şeriat hançeridir. Zira o hançeri tutan Haricî el, İmam Ali’yi Kur’an’ın hakemliğini yani sözde şeriatı kabul etmemekle itham eden eldi.

Ben bir cumhuriyet ilahiyatçısı olarak şeriata karşı nasıl mücadele etmem?

O şeriat ki Menemen’de, öğretmen asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın başını kesen kör bıçaktır.

Gerçek şu ki şeriat, hâşâ Allah’ın kanunu değil, Muaviye ve Yezit gibi Emevi zalimlerinin Bedevi Arap geleneklerini İslam maskesiyle yeniden pazarladıkları taşeron bir kavramdır.

Peki Allah’ın kanunu yok mudur?

Elbette vardır.

Allah’ın (CC), Kanunları Nelerdir?

Allah’ın kanunu; kayıtsız, şartsız adalet, kölelere hürriyet, tabiata saygı ve bilime sarılmaktır.

Allah’ın bütün evrene ve toplumlara egemen olan değişmez yasaları vardır.

Kur’an, Allah’ın işte bu gerçek yasalarına “Sünnetullah” diyor.

Son sözümüz Zafer Bölümü / Fetih Suresi 23. Ayetin Türkçe çevirisi olsun:

“Ve len tecide lisünnetillahi tebdilâ!” / “Sen, Allah’ın kanununda bir değişme bulmazsın!”

Kuran’da el kesme cezası var mı?

Şeriat nedir diye sorulduğunda akla gelen ilk şey el kesme cezası oluyor. Kur’an’da, hırsızlığın karşılığı olarak gösterilen “el kesme” hükmü asıl itibarıyla Maide 38’de söz konusu edilmektedir: “Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin suçları sabit ise Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak ellerini kesin. Çünkü Allah her işinde mükemmel ve hikmet sahibidir.”

Kur’an’daki el kesme cezası (hadd) veya bir başka hükmün değerlendirilmesi mutlaka Kur’an-Sünnet bütünlüğü içerisinde ve Kur’an’ın genel iniş gerekçesi ile Allah’ın bundan ne murad ettiğine, yani ilahi mesajın ruhuna uygun olarak yapılmalıdır.

El kesme cezası, üzerinde çok tartışılan fiziksel mi yoksa mecazi mi olduğu ya da elin kesilip atılması değil de iz bırakacak şekilde bir yaralama mı olduğu noktasında mutabık olunamayan konulardandır.

Modern dünyada şeriat nedir, nasıl yorumlanıyor?

Bazı müfessirler ki onları ‘modernite ve Batı kültürünün etkisiyle bu ceza usulünü canice bulup daha hafifiyle ikame etme gayretinde olanlar’ diye itham edenler de çoktur, ayette geçen “katâ” (kesmek) kelimesinin aslında bunun şiddetlisi olan “Qatta” olmadığını, Kur’an’da 18 yerde geçtiğini, bunların sadece ikisinde gerçek “kesmek” anlamında, 16’sında ise mecazi anlamda (emri kesmek, yolları kesmek, cennetin nimetlerini kesmek vb.) kullanıldığını, dolayısıyla burada “kesmek” ile kastedilenin hırsızın “güç, yapabilirlik yeteneği, imkanı, ortamı” olması lazım geldiğini ileri sürmektedirler.

Ancak klasik görüş; buradaki el kesmenin “bıçakla oynarken elini kesti-yaraladı” gibi değil doğrudan “elin kesilip koparılması” anlamında olduğu şeklindedir.

El kesme cezası hususunda yakın geçmişte ve günümüzdeki bazı önemli görüşler şu şekildedir:

Bediüzzaman;

Hadd cezası emr-i ilahi ve adaleti-i Rabbaniye adına icra edildiği zaman o insanın hem ruh, hem akıl, hem vicdan hem de insaniyet mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alakadar olurlar. İşte bu sır içindir ki elli senede bir ceza sizin her gün hapis cezalarından daha ziyade (hırsızlığın önlenmesi ve malın korunmasında) faide verir.

Elmalılı Hamdi Yazır‘e göre şeriat nedir?

Tövbe eden hırsızın bir süre gözaltında tutulması, azarlanıp sopalanmasının daha doğru olacağı görüşü ve veciz bir ifadeyle, “Haksız yere bir mal çalan elin cezası kesilmek olursa, haksız yere bir el kesen ellerin cezası ne olmak lazım geldiği inceden inceye düşünülmelidir.” demektedir.

Hayrettin Karaman;

“Yakalanmadan önce olsun sonra olsun, pişmanlığının samimi olduğu ve kendisini ıslah ettiği anlaşılan kimselere bu ceza (el kesme) verilmez.”

Yaşar Nuri Öztürk ve Mustafa islamoğlu;

“Geleneksel kabul ve uygulamaların dışında Kur’an’ın beyanı esas alındığında şu sonuca varılabilir: El kesmenin icrasında kanatıp işaretleyerek bırakmakla, eli kesip atmak arasında bir tercih, yaşanan zaman ve mekanın sosyokültürel ve sosyoekonomik şartlarına göre kamu otoritesi tarafından belirlenmelidir. Günümüzde bunlar değiştiğine göre Cahiliye döneminin geleneği olan bu ceza da farklı şekilde (Örneğin bilekten kesmeden!) uygulanabilir.”

Osmanlı’da el kesme cezası

El kesmenin suçun önlenmesinde müthiş bir caydırıcılığı olduğu aşikardır. Mesela, İstanbul mahkemelerinin (kadılık) belgelerinde, İstanbul’un fethinden (1453) şeriatın kaldırılmasına kadar (1924) geçen zaman diliminde bir tane bile “el kesme cezası” verilmemiştir.


Takiye.com’u twitter ve google haberler üzerinden abone olarak takip edebilirsiniz.

Faydalı Bilgiler kategorimizdeki diğer yazılarımız da ilginizi çekebilir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Latest Posts

-REKLAM-

Bunları Kaçırmayın!